30 Mayıs 2008 Cuma

Kahve

Bir cumartesi sabahıydı. Güneş uykudan geç kalkanları dik bakışlarıyla azarlar gibi bakıyordu gökyüzünden. Tatlı bir yaz sıcağı ile umut çiçekleri bir başka açmıştı bugün Cengiz'in yüreğinde. Sabrederek yetiştirdiği sevda tohumları aşk ağacına dönüşmüş, beklediği ânın geldiğini düşünmüştü. Aklına geleni yapmak için çok az uğradığı mutfağa girdi. İki kupa fincanı aldı. Kahveleri hazırlarken "inşallah" dedi "bunun gibi köpürmez beni görünce". Biraz sonra elinde iki fincan kahveyle hemen yanlarındaki evin ziline dokundu. Kapıya Funda çıktı. Bir süre ikisi de konuşmadan bakışlardaki gizeme kilitlendi. Efsunlu bakışların sihrini çözmek istercesine bir mühlet öyle kalakaldılar. Cengiz'in istediği bir karşılamaydı bu. Bir bahanedeki kahve bu kadar mı güzel olurdu! Fazla uzatmadan lafa girme planları yaparken açtı gözlerini. Pencereden süzen ve yüzene vuran ışıkla uyanmıştı. Öncekilere benzer bir rüyaydı bu da. Ne garipti bu rüyalar, şehrin diğer tarafındaki ev birden yanlarında bitmişti.
İkisi de biliyordu birbirine hissettiklerini ama bir türlü resmiyet kazanamamıştı. Mutfağa geçti. Gün boyu etkisinde kalacağı rüyasını düşünerek kahvesini yudumlamaya başladı. "Hayır olsun inşallah"...

Mutluluğa Dair


"İnsan istekleri nispetinde mutsuzdur"... Hayatımız boyunca her zaman bir şeyler elde etmeye çalışırız. Bazen de başarırız bunu fakat birçoğunun düşlediği ile yaşadığı bir olmuyor ve bu yüzden mutlu da olamıyor. Demek ki çok fazla şey istememek gerekir. Yıkık viraneler arasında "kenar mahalle" diye tabir edilen muhitlerde yaşayan insalar gösterişli dünya hayatından uzak da olsalar samimi, dostane ilişkileri ve gülümsemeleri eksik olmuyor. Öte yandan fabrikaları, villaları, onlarca lüks aracı olmasına rağmen gülemeyen, mutlu, tatmin olamayan insanlar var. Aslolan mutlu olmaksa ve bunu sağlayacağını düşündüğümüz aracı materyaller görevini ifâ edemiyorsa ne anlamı var ki!
Kişi kendisiyle birlikte büyüttüğü isteklerinin altında ezilmemeli. İstemeden tembel durmak değil, istenmesi gerekeni bilip çalışkan olmak demek istediğim. Ayrıca hayat sürprizlerle dolu.

"Her muhit kuşatılır, her muhkem bölge düşer
Hakikat karşısında dil susar, belge düşer
Dolunay'ın hilâli, gündüzün gecesi var
Ovaya gölge salan dağa da gölge düşer"

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Umudunu Yitirme


Şehir gündüzün ahenkli görüntüsünü geride bırakmış, insan ve araç uğultularına dalga sesleri eşlik ediyordu bu gecede. Yıldızlar bir başka parıldıyordu sanki. Sahile 200 metre uzaklığındaki evinden henüz çıkmış, iç dünyasının mahzenlerinde saklı bıraktığı hülyaların etkisine kaptırmıştı kendini. İçi içine sığmıyor, kalbi bir kuşun kanat çırpınışlarını andırıyordu. Nasıl olmasın ki! Ömrü boyunca ilk defa bu coşkuyu yaşayacaktı. Müthiş bir duyguydu bu. Sadece Cengiz değil tüm ilçe halkı yarım saat sonra başlayacak olan Türkiye-İtalya Avrupa şampiyonası final maçını izleyecekti. Dolunay bile futbol topu gibiydi Cengiz'in gözünde. Tarihinde ilk defa final oynayacak olan Türkiye A Milli Futbol takımı ülkeyi karanlık çıkmazlara sokmak isteyenlerin gerdiği ortamı yumuşatmış, moral dopingi oluşturmuşlardı. Tüm dualar onlar içindi. Manevi desteği hissettikleri yüzlerindeki ifadelerden belliydi futbolcuların.
Maç bitmiş şehir karnaval havasına girmişti. Avrupa şampiyonuydu Türkiye. Cengiz de kalabalığa bıraktı kendini. Funda'yı gördü. Maç heyecanı ilan-ı aşk planlarını erteletmişti. Acaba maç sırasında bulup onu söyleseydi bu önemli maçtan daha önemli olduğunu hissettirir miydi Funda'ya. Yaşanan coşkuya bıraktı kendini. Gülen eğlenen insanları, dolunayı, yıldızları seyretti. Mutlu olmasını engelleyecek bir ihtimalin içine sokmak istemedi kendini. Planlarını daha uygun bir zamana erteleyerek geceyi mutlu bir şekilde tamamladı. Ümit etmek, umutla beklemek belki daha güzeldi...

23 Mayıs 2008 Cuma

Masal

Bir masal yazılsa içinde ben olsam. Ama kahraman değil belki kahramanın elbiselerini diken terzi olsam... Şatonun bahçesinde çiçekleri budayan bahçıvan olsam... Tek tük gündeme gelen dost olsam... Kahraman olmaya gerek yok arka planda gizli kalsam, pek görünmesem, bilinmesem...
Ama yazarla dost olsam. Beni özenle seçmiş olsa. Başkaları adımı bile hatırlamasa da O'nun tarafından sevilmiş olsam. Maceralara dalmadan, kahramanlıklar yapmadan öylece yalın bir halde sıkıntısız olsam... Herkesin gönlünde değil, O'nun sevgisini kazansam...

22 Mayıs 2008 Perşembe

Zamanlama Hatası

İş kazası tutanağına planlama hatası diye yazmıştım. Bunu yeterli görmeyerek, ayrıntılı anlatmamı istemişsiniz. Şu anda hastanede yatmama neden olaylar aynen aşağıda anlattığım gibi olmuştur:
Bildiğiniz gibi ben bir duvarcı ustasıyım.İnşaatın 6. katındaki işimi bitirdiğim zaman biraz tuğla artmıştı, yaklaşık 250 kg. kadar olduğunu tahmin ettiğim bu tuğlaları aşağıya indirmek gerekiyordu.
Aşağıya indim bir varil buldum, ona sağlam bir ip bağladım, 6. kata çıktım ipi bir çıkrıktan geçirip ucunu aşağıya salladım.
Tekrar aşağıya indim ve ipi çekerek varili 6. kata çıkardım. İpin ucunu sağlam bir yere bağlayıp tekrar yukarı çıktım. Bütün tuğlaları varile doldurdum.
Aşağı indim, bağladığım ipin ucunu çözdüm. İpi çözmemle birlikte birden kendimi havada buldum. Nasıl bulmayayım ben yaklaşık 70 kiloyum. 250 kg lık varil süratle aşağıya düşerken beni de yukarı çekti.
Heyecan ve şaşkınlıktan ipi bırakmayı akıl edemedim. Yolun yarısında tuğla dolu varille çarpıştık. Sağ iki kaburgamın burada kırıldığını sanıyorum. Tam yukarı çıkınca iki parmağım iple beraber çıkrığa sıkıştı. Parmaklarımda bu sırada kırıldı.
Bu esnada yere çarpan varilin dibi çıktı ve tuğlalar etrafa saçıldı. Varil hafifleyince bu sefer ben aşağıya inmeye varil yukarı çıkmaya başladı ve yolun yarısında yine varille çarpıştık. Sol bacağımın kaval kemiği de bu sırada kırıldı.
Can havli ile ipi bırakmayı akıl ettim. Başımı yukarı kaldırdığımda boş varilin süratle üzerime geldiğini gördüm. Kafatasımın da böyle kırılıp çatladığını sanıyorum.
Bayılmışım, gözümü hastanede açtım. Cenabı Hak'tan tüm kullarını böyle görünmez kazalardan korumasını diler, hürmetle ellerinizden öperim.
Duvarcı Ustanız OSMAN
.:.Alıntı alıntı alıntı alıntı

Buradan çıkarılacak sonuç: Planlama ile birlikte zamanlama da önemli. Neyi nasıl yapacağımız kadar ne zaman yapacağımız da mühim bir mevzû. Hayatımızın önemli demlerini de ömrümüzün hangi noktalarında yaşayacağımız ya da yaşayamayacağımız... Geçmiş geride kaldı, artık bundan sonraki maçlara bakacağız. İyi taktik, iyi planlama ve iyi zamanlamalar...
(Aslında böyle komik bir olayı ciddi bir şekilde sonlandırmak yazının akışını bozdu gibi. Olsun yine de bu özeleştirimi de noktaladıktan sonra kamuoyuna sunar gereğini arz/talep/rica ederim...) NT

16 Mayıs 2008 Cuma

Aşk ve Sevgi


"Risk nedir?" diye sorar üniversitede hoca. Talebenin biri de "Risk budur" der ve en yüksek notu alır. Hoca başka bir sınavda aynı soruyu sorar ve aynı öğrenci aynı cevabı verir. Bu sefer en düşük notu alır. Nedenini de şöyle açıklar hoca: "Aynı şartlarda aynı riski ikinci kez göze almak aptallıktır."
Aşık olmak ve sevdiğini sevdiğine söylemek, açıklamak risktir. Sonuçları göze alınabilir. Akademik uzmanımıza göre ikinci kez sevdiğine açılmak pek de akıllıca görünmüyor. Bir psikolog da "Aşk psikolojik bir saplantıdır ve ortalama süresi 2 senedir, karşılıksız ise sönebilir ya da uzayabilir" diyor. Aşk beklenmedik bir anda karşımıza çıkar genellikle. Şarkı ve destanlarda da aşk çoğunlukla zor veya imkansız koşullar içerir. Ayrıca bu duygu yoğunluğu insanı gündelik işlerinden uzaklaştırır, işine veya dersine olan ilgi ve kabiliyetini olumsuz etkiler. Demek ki aşkın belli bir süre içerisinde gerçekleşmesi insanlık için, sosyal hayatta istikrar ve başarı için olumlu bir etki. Diğer taraftan aşk hayatın değişik bir yönü, renkli bir parçası.
Bir insan ömr-ü hayatında bir kere aşık olmuşsa, neticesi ne olursa olsun ömrünün bir noktasına o rengi yerleştirmiştir. Riske girip açılmışsa rengarenk olmuştur. Böyle bir durum "hiç aşk acısı yaşamadım" ifadesinden daha iyidir kanısındayım. Şunu da belirteyim; aşk uğruna bu dünyayı kendine dar edenler bu yazının kapsamı dışında. Zaten o kişilere artık ulaşılamıyor.
"Sevgi" ise aşktan ayrı bambaşka bir olay. Riski yoktur. Acı çektirmez. Biraz çaba ile sonsuza dek sürebilir. Mutlu olma kaynağıdır. Hayatın temelidir. Çeşit çeşittir. Bazen ihtiyaridir, bezen de kendiliğinden gelir. Buradaki nüans hak edene hakkını vermektir. Sevmeyi bilmek, sevebilmek, korkmadan karşılık beklemeden sevmek... Gönül ağacını sevgiyle beslemek umuduyla...

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Kendini bulmak


Aslında bu ben değilim. Karamsar düşüncelere dalan, sıkılan, hayata öylesine devam eden ben değilim. Arkadaşını dinliyormuş gibi görünüp, düşüncelere dalan, hüzünlü şarkılara bu kadar kendini veren, içine kapanan, kabuğundan çıkmaya çalışan ben değilim. "Sen bayağı değişmişsin" dediği zaman arkadaşım, baktığı ben değildim. Aynada kendisine acıyla bakan ben değilim ama aynadaki bana öyle bakıyor olabilir tabi. Hücrelerim değişti, kalbim değişti, hislerim değişti, yaşantım değişti ama ben değişmedim, bu ben değilim. Kaybolmaktan korkarım, kaybolmadım, saklandım. İçerlerde bir yerdeyim. Çıkacağım. Çıkmayı umuyorum. Filmler izleyip yorumlar yapacağım, sıcak soğuk espiriler yapacağım, içimi kıpır kıpır eden müzikleri dinlerken özgürce dans edeceğim, yolda gördüğüm patlak topla artistik hareketler yapacağım, sözlerini bilmediğim şarkılara kendi yorumumu katacağım, sabah sporları yapmaya karar verip bir kaç gün sonra vazgeçeceğim, aynanın karşısında garip yüz hareketleriyle acayip sesler çıkaracağım, araba plakalarından kelimeler türeteceğim, sınırı olmayan hayaller kuracağım... Sinüsoydal hayat yolunda inişe geçeceğim, sonraki yokuşta daha tecrübeli olacağım. Rahatlayacağım, mutlu olacağım.

9 Mayıs 2008 Cuma

Yalın

Yeni bir gün yine bir gün...Sabah her zamanki saatte kalktım. Kahvaltı yaptım zor gelse de. Traş oldum, giyindim. Hayatımızı idame ettirmede bir sebep olan iş hayatından her zaman ki bir işi günü...Otobüs durağına giderken pek bir düşünce yok aklımda, sabah mahmurluğu var hafif. Ofisime geldim öyle sade bir gün... Gündelik konuşmalar, dinlediğim müzikler, deniz manzarası, uçuşan kuşlar, guruba yaklaşan güneş, bekleyen gece hepsi her zaman ki gibi. Sıradan olanın/olmanın aslında mükemmel olduğunun farkına varmak... İfrat ve tefritten uzak öylece yalın, sade olmak...

Yollar ve Karar 2


Bir soru:Adam şehre gideken karşısına iki yol çıkmış ve hangi yolun şehre gittiğini bilmiyormuş. Başında da yolu bilen 2 adam, biri sürekli yalan söylermiş diğeri sürekli doğru. Ama hangisinin doğru söylediği bilinmiyormuş. Tek soruda şehrin doğru yolu nasıl bulunur?
Cevabı şu: Birine "Arkadaşına göre şehrin yolu hangisi?" diye sorulduğunda verilen cevap her durumda şehre gitmeyen yol oluyor ve diğer yol şehrin yolu oluyor.
Gerçek hayatta neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamak bazen daha zor. Doğru yanlış, iyi kötü iç içe çünkü. Cüz-i irade ile yön vermeye çalışırken hayata, Külli irade Rahmetiyle veriyor, sunuyor seç diyor. Güzellikler çıkarıyor karşına neyin çirkin olduğunu anla sana verdiğim akılla diyor. "Dur" diyor bazen gittiğin yol, yol değil. "Hadi" diyor bazen sana iyilik yapma fırsatı ki tüm iyilikler, güzellikler zaten O'ndan. Kalbin bunları görebilmesi için feraset sahibi olması gerekir. Muhtemel seçeneklerden iyiyi, doğruyu, güzeli ayırt edebilmemiz için görmek gerek. Peki görebiliyor muyum? Galiba hayır. Bize görmemiz için gerekenleri lütfeyle Allah'ım. (amin)

5 Mayıs 2008 Pazartesi

Umut Işıkları


Yaşananalar insanın his dunyasına etki yaptıktan sonra onu alacağı veya alamayacağı kararlarla yapayalnız bırakıyor. Önce burukluk varken sonradan yavaş yavaş yeni açılımlara itiyor insanı. Zaman zaman kendimi içinde bulduğun karanlıktan çıkarmak için düşüncelerimdeki karmaşık olayları derleyip bilinmeyeni, olması gerekeni çözerek aydınlığa varmak istiyorum. Ama bunu aciz halimle nasıl yapacağımı bilemiyorum. Hayatımın büyük bölümünde hep iyimser oldum. Olumlu tarafından baktım hep. Bazen bu, beni tahmin edemeyeceğim zorlu yollara soktu. Ama yine de şikayet etmedim kimseden, hiçbir şeyden. Fakat bazen öyle anlar geliyor ki ucu gözükmeyen mağaradan ışığı göremeyeceğini düşünüyor insan. Her ne olursa olsun ümitsiz olmak bize göre değil. Dertli şairin "Yeis öyle bir bataklıktır ki düşersen boğulursun, azmine sımsıkı sarıl bak ne olursun" sözünü hatırlamak bile ruhaletimizdeki kara bulutları biraz olsun dağıtıyor. Peki nedir bu azim? Ne yapmam gerekir? Alacağın kararda ısrarlı olmak ya da sabretmek mi!. Belki her ikisi.
Bir geçiş süreci içinde yazıyorum bunları ve bazı geçişler sancılı oluyor. Herşeyin bir anlamı var hiç bir şey abes değil. Yaşadıklarım belki hatalarımın neticesi belki de müjdeli günlerin habercisi. Her ikisi de bonus kazandırsa da ikincisini umuyorum. İnsan olmanın ağır yükü hissedilince sıkıntı sarsa da sevinç nârâları mırıldanıyor bir yandan. His ve akıl beraber olsa, herşeyin dengede olduğu kainatta dengede kalabilsem keşke!...

2 Mayıs 2008 Cuma

içimden gelen (2)

Hayat inişli çıkışlı. Kâh gülüyor seviniyor, kâh üzülüyor, sıkılıyoruz. Uzun zamandır yaşadığım sıkıntılar ardından "sabrına karşılık al sana ödül" der gibi birden güzel olmaya başladı herşey. Aslında bu iyiliği hakettiğim konusunda da emin değilim zira sabırlı mıyım bilemiyorum. Umarım böyle devam eder. Önce zoru görünce daha bir tatlı geliyor huzur. Herşey zıttıyla bilinir. Hüzün olmasa mutluluğun, kötü olmasa iyinin ne anlamı var! Demek ki öncesinde biraz sıkılıp bunalmam gerekiyormuş. Yaşanan güzelliklerin şükrünü edâ etme çabasında olurum inşaallah. Her şeyin güzel olması dilekleri, dualarıyla... (amin)