30 Ekim 2008 Perşembe

Zaman değişkendir :) Zaman hayattır ...

Sürekli aynı yemeği yiyemediğimiz gibi sürekli mutlu da olamıyoruz. Biraz garip bir benzetme ama sürekli mutluluk sıkıcı olurdu sanırım :) Yakın arkadaş çevremce takıntı haline getirdiğimiz ve halen muhabbetini ettiğimiz Matrix filminde insanlara sanal bir hayat ortamı sağlayan makine şunu diyordu: "İlk tasarladığımız matrix ortamında insanlara mükemmel bir hayat sunduk, hiç sorunsuz, dertsiz... Fakat insan beyni bunu kabullenmedi ve sistem kısa süre sonra çoktü. Biz de gerçek dünyanızda olduğu gibi sorunlar, sıkıntılar içeren bir matrix'i yeniden tasarladık"
...
Diğer bir ifadeyle zamanın bize sunduklarını iyi değerlendirmeli, eğer mutluysak bunun tadını çıkarmalı, gerisini yine zamana bırakmalı...

20 Ekim 2008 Pazartesi

Zaman İlaçtır

Yaklaşık bir sene... Zihnimi bulandıran, hataya meyilli, zaman zaman içimi daraltan sıkan bir süreçten bahsediyorum. Biraz kendim, biraz dış etkenlerle girdiğim bu "musibet" diyebileceğim takıntıdan nihayet kurtulduğumu sanıyorum. Şükürler olsun... İnsan yaşlandıkça değil yaşadıkça öğreniyor belli şeyleri ya da pişiyor, yetişiyor.
Kendi isteğimin katkısı olmasa bu kadar takmazdım, zira başa gelen çekilir. Herşeyin hayırlısı... İyi olur inşallah herşey...

14 Ekim 2008 Salı

Burası Günlüktü Dimi :)

Son yazdığım günlüğe bakılırsa yaklaşık iki buçuk aydır uzak kalmışım buralardan. Bu geçen zaman zarfında neler oldu şöyle bir hafızamı yoklayacak olursam;
İstanbul'a yeğenimin sünnetine gittim ve aynı zamanda akraba ziyaretleri güzel oldu. Ayrıca bir yaşıma daha girdim, yani doğum günü geldi geçti bu arada, eski arkadaşlarla birkaç günlük Çeşme macerası :), ardından evde küçük (!) bir sorun, mübarek Ramazan ayını da idrak ettikten sonra bayram için anne babalara bayram ziyareti, dönüşümüz ve kaldığımız yerden devam etmemiz hayata... Ne kadar da hızlı geçiyor zaman... Bakalım zaman, kader karşımıza neler çıkaracak daha...

29 Temmuz 2008 Salı

Miraç

Beşer olarak çok uzun bir yolculuğun içindeyiz. Ve şu anki dünya hayatında geçen zaman çok kısa ve çok ehemmiyetli. "Dünya hayatı bir ağacın gölgesinde kısa bir uyku kadardır"
Bu uzun yolculuğun sonunda Miraç'a ulaşmak ümidiyle...
Kandiliniz mübarek olsun...

11 Temmuz 2008 Cuma

Denizler Beklemeye Devam Etsin

Uzun zamandır içinde bulunduğum halet-i ruhiyem sebebiyle değişik düşüncelere dalıp gitmekteyim zaman zaman. Hani gerçeklik yüzdesi kâle alınacak cinsten olmasa da aklın çıkar ararken sınırları zorlaması böyle açılımlara itiyor. Ne gibi mi? Bilinmeyen bir yere gitmek gibi. Benim dahi bilmediğim hiç görmediğim gönlümde tazecik yer edinecek, sessizliğiyle içime huzur verecek, deşarj olmak istediğimde beni bağrına basacak bir yer... Deniz aşırı yerlere gitmek mesela. Okyanuslara açılan bir gemiye takılıp "Abi beni müsait bir yerde indirin" deyip ilk gördüğün karada devam etmek hayata... Sonra dönmek isteyip de denizin uçsuz bucaksız halini görünce caymak ve kalmaya devam etmek. Yani o derece uzaklara gideceksin ki vazcaydığın anda şartlar izin vermeyecek bu sefer...
Zihnin bu oyunları gerçekten çok uzak olsa da terapi gibi geliyor bana. Ayrıca sınırsız hayallerin engin denizlerle buluşması ahenklik kazandırıyor hislerime.
Şairlere, edebiyatçılara ayrı bir ilham kaynağı olan engin denizlerin her insana hoş etkiler bıraktığı bir şeyler mutlaka vardır.

8 Temmuz 2008 Salı

Tekrar Merhaba

Bir ara, ara vermiştim yazmaya. O ara yaz ayının rehavetinden kaynaklansa gerek. Pek tatile çıktığım da söylenemez. Hatta "sevgili günlük biliyorum seni çok ihmal ettim bu ara ama döndüm işte..." gibisinden günlüğe manevi bir şahsiyet yükleyip onunla konuşmak bile geçti içinden. Kaldı ki bu aslında kendimize olan saygımızın bir yansımasıdır o yüzden ti'ye alarak söylemiyorum bunu. Yani "günlük ya da yazmak adı ne ise onu yapıyorum ben ve yapacağım da" sözünün kendinde idame etmediğini düşündüğün anda bir çeşit kendini affetme çabası...
En son yazdığım yazı Türkiye-Almanya yarıfinal maçının olduğu gündü aşağıda göreceğiniz üzere. Yenilsek de çok güzel bir maç oldu. Belki de çok iyi oynamak bize yaramıyor. İlk golü bizim yememiz gerekirdi diyesi geliyor insanın. Ama gerçekten otorotiler tarafından final oynamasak da turnuvanın en gözde takımı oldu Türkiye. Bu bir avunma yöntemi olmakla beraber gerçeklik payı olan bişey... Ve geç bulup erken kaybettiğimiz Federasyon Başkanımız Hasan Doğan. Turnuva sırasındaki samimi konuşmaları dışında fazla tanımıyorum ama üzüldüm vefatına. İyi işler yapabilecek biriydi sanırım. Allah rahmet eylesin.
Temmuz ayı ile birlikte insanın denize tatile çıkası geliyor. Ama ben bu sene kurs görevi nedeniyle pek tatil yapamayacak gibiyim. Hani çok sevmesem de denizi ortamına göre bazen iyi oluyor. Bu arada Öykü Atölyesi'nin yeni kelimesi de "Deniz" miş. Acaba diyorum bir tembellik edip bu paragrafta geçen deniz kelimelerini bahane ederek yazı yorumlarına eklesem mi bu linki? Ne dersiniz hoş olmaz mı? (Tamam ben cevaplıyorum hemen olmaaaaz!!!)

25 Haziran 2008 Çarşamba

Kalbimiz Sizinle


Bugün Türkiye-Almanya yarıfinal maçı var. Temennimiz tabiki finale çıkabilmek. Fakat sakatlıklar ve cezalar nedeniyle kadro oldukça kısıtlı. İlk 11 de fazla alternatif yok. Ama tüm futbolcularımıza güveniyoruz. İnşaallah maçı kazanır ve finale çıkarız ve bu Türkiye için güzel bir gelişme olur. Belki de sadece spor değil, siyaset, sosyal hayat, ekonomi ve uluslar arası bürokraside de başarılı olacağımız günlerin müjdecisidir bu yaşadıklarımız. Bugün kaybetsek de Milli Takımımıza tarihimizde ilk defa yarı final heyecanı yaşattıkları için teşekkür ediyoruz. Allah yardımcıları olsun...

Ayrıca şu linkte perişan fm'den milli takımla ilgili güzel bir parodi var, tavsiye ederim dinleyiniz:
Buradan...

18 Haziran 2008 Çarşamba

Bir Çocukluk Anısı


Lokantada çalışan bir çocuğun anısı:
-Oğlum git Oben Konfeksiyondan boşları al gel (servise gitmiş olan yemek tabakları. O zamanlar plastik tabaklar pek yaygın değil)
-Tamam usta
Çocuk gider tüm saflığıyla işindeki ilk gününde. Dükkanın yerini de bilmiyordur ve "konfeksiyon" kelimesi aklında "nakliyat" olarak kalır nedense. Belki de böyle bir anıyı hep hatırlamsı içindir :)
-Abi buralarda Oben Nakliyat olacakmış nerede?
-Oben mi, Orhan Nakliyat olmasın
-Olabilir tabi (yanlış duymuş olabileceğini düşünür)
-Bak karşıdaki kahvededir oraya bak.
Kahveye gider Orhan Nakliyatın sahibi Orhan beyi bulur:
-Abi Gönül Pide Salonundan geliyorum, boşlar varmış
-Borç mu?
Çocuk bunu da yanlış duyabileceğini düşünerek:
-Evet borç
-Tamam ben ustanla konuşurum.
İşin garip tarafı Orhan Bey lokanta patronun köylüsü ve gerçekten borcu varmış...

Hatırladıkça gülüyorum :))

11 Haziran 2008 Çarşamba

Sabır ve Ödül

Göz görmezse gönül katlanır
Zaman geçer bitmezse sabır
Hangi sıkıntı sonsuza dek sürmüş!
Sanma ki buhranlar hep kalır

Sıkıntıdaysan kurtulacaksın
Üzülüyorsan sevineceksin
Sabret muradına ereceksin
Bekle buna değecektir.

9 Haziran 2008 Pazartesi

Gitmek


En sevmediğim kelimelerden biridir "sıkılmak". Fakat içimde bulunduğum durumu ifade edecek başka bir söz bulamıyorum. Sıkıldım. Aynı şeyleri dinlemekten, aynı soruları duymaktan, baskı içeren konuşmalardan... Yoruldum. Aynı şeyleri söylemekten, idare eder gibi görünmekten, anlamsız baskılardan...
... ve artık fısıltılar geliyor kulağıma, aklıma. "Git" diyor, vakti gelmiştir. Sesi çok cılız bir fısıltı ve sanki her geçen zaman sesi gürleşecek gibi. Ses desibelinin akla ve mantığa işlediği gün... Böyle bir gün gelir mi hiç bilmiyorum...

4 Haziran 2008 Çarşamba

Vuslatı Bekleyen (Bölüm 3)

Yedi yıldır tanışıyorlardı. Çok az rastlaşıyorlar, pek konuşmuyorlardı ama bakışlarda derin anlamları ikisi de farkediyordu.
İlk tanışmaları lise yıllarında olmuştu. Cengiz üniversite sınavına hazırlanırken ikinci sınıfa giden kuzeniyle aynı sırayı paylaşıyordu Funda. Babası memurdu ve ilçeye o sene gelmişlerdi.
Cengiz ilk gördüğü andan itibaren teneffüs aralarında çeşitli bahanelerle kuzeninin yanına gider, deniz mavisi gözlerine derin bakışlar fırlatırdı. Funda bu duruma kayıtsız kalmazdı fakat pembeleşen yüzünü utangaç tavrıyla başka yönlere çevirmeye çalışırdı zaman zaman. Selamlaşmaları çok kısa olsa da bakış ve mimiklerinden uzun kompozisyonlar çıkarıyordu ikisi de. Kuzeni Leyla bunu farketse de belli etmez başka şeylerle ilgileniyormuş gibi yapardı.
Üniversiteyi kazanmış 5 yıl İstanbul'da İngilizce Öğretmenliğini okumuş ve doğup büyüdüğü ilçede turizm rehberliğine başlamıştı. Funda ise çoğu zamanını evde geçiriyordu. İstemeye gelen talipliler olsa da elleri boş dönüyorlardı. Bir evin bir kızıydı ama bir gün elbet o da kuracaktı yuvasını.

Tatlı meltemlerin ağaç yapraklarına dans ettirdiği güzel bir bahar gününde kapıları çaldı. Funda'nın annesi açtı kapıyı:

-Leyla kızım hoşgeldin. Epeydir görünmüyordun.
-Menekşe teyzecim sağol, çalıştığım için çok vaktim olmuyor. Funda evde mi?
-Tabi kızım buyur gel.

Funda da heyecanlanmıştı Leyla'yı görünce. Gözleri parıldıyordu. Odaya geçtiler:

-Çok özlemişim seni, ne iyi ettin. Ee nasılsın?
-İyiyim. Belki daha da iyi olabilirim sayende
-Nasıl?

Tatlı bir gülümsemeyle çantasındaki zarfı çıkardı.

-Bunu okuyunca anlarsın. Bir kaç gün sonra tekrar gelirim. Şimdi çıkmam gerekiyor. Görüşürüz.

Tek bir şey soramadan çıkmıştı Leyla. Odasına çıkıp büyük bir heyecanla açtı zarfı ve içindeki mektubu:

"Kaç zamandır hasret rüzgarları esiyor vuslatı bekleyen kalbimde. El değmemiş duygularım, Sen'li hülyalarım hiç bir gün yalnız bırakmadı beni. Gurbette olduğum günlerde hep seni özledim. Fırsatını bulduğum her tatilde seni görme heyecanıyla geldim. Öğretmen olmayı çok istesem de senden uzak kalmak istemediğim için buradayım.
Eğer kabul edersen ömrün yollarını, sevinçleri, hüzünleri, hayatı seninle paylaşmak isterim. Hayır dersen saygıyla karşılarım. Gurbette yaşayan gönlümü sılaya alıncaya kadar küser belki hayata ama alışır buna da.

Cengiz Atak"


Çok şaşkındı. Bir evlilik teklifiydi resmen bu. Tarif edilmez bir heyecan içindeydi. Elindeki mektubu yavaşça indirirken pencereye dikti gözlerini. Güzel bahçelerindeki güller gönlünde de açmıştı.

30 Mayıs 2008 Cuma

Kahve

Bir cumartesi sabahıydı. Güneş uykudan geç kalkanları dik bakışlarıyla azarlar gibi bakıyordu gökyüzünden. Tatlı bir yaz sıcağı ile umut çiçekleri bir başka açmıştı bugün Cengiz'in yüreğinde. Sabrederek yetiştirdiği sevda tohumları aşk ağacına dönüşmüş, beklediği ânın geldiğini düşünmüştü. Aklına geleni yapmak için çok az uğradığı mutfağa girdi. İki kupa fincanı aldı. Kahveleri hazırlarken "inşallah" dedi "bunun gibi köpürmez beni görünce". Biraz sonra elinde iki fincan kahveyle hemen yanlarındaki evin ziline dokundu. Kapıya Funda çıktı. Bir süre ikisi de konuşmadan bakışlardaki gizeme kilitlendi. Efsunlu bakışların sihrini çözmek istercesine bir mühlet öyle kalakaldılar. Cengiz'in istediği bir karşılamaydı bu. Bir bahanedeki kahve bu kadar mı güzel olurdu! Fazla uzatmadan lafa girme planları yaparken açtı gözlerini. Pencereden süzen ve yüzene vuran ışıkla uyanmıştı. Öncekilere benzer bir rüyaydı bu da. Ne garipti bu rüyalar, şehrin diğer tarafındaki ev birden yanlarında bitmişti.
İkisi de biliyordu birbirine hissettiklerini ama bir türlü resmiyet kazanamamıştı. Mutfağa geçti. Gün boyu etkisinde kalacağı rüyasını düşünerek kahvesini yudumlamaya başladı. "Hayır olsun inşallah"...

Mutluluğa Dair


"İnsan istekleri nispetinde mutsuzdur"... Hayatımız boyunca her zaman bir şeyler elde etmeye çalışırız. Bazen de başarırız bunu fakat birçoğunun düşlediği ile yaşadığı bir olmuyor ve bu yüzden mutlu da olamıyor. Demek ki çok fazla şey istememek gerekir. Yıkık viraneler arasında "kenar mahalle" diye tabir edilen muhitlerde yaşayan insalar gösterişli dünya hayatından uzak da olsalar samimi, dostane ilişkileri ve gülümsemeleri eksik olmuyor. Öte yandan fabrikaları, villaları, onlarca lüks aracı olmasına rağmen gülemeyen, mutlu, tatmin olamayan insanlar var. Aslolan mutlu olmaksa ve bunu sağlayacağını düşündüğümüz aracı materyaller görevini ifâ edemiyorsa ne anlamı var ki!
Kişi kendisiyle birlikte büyüttüğü isteklerinin altında ezilmemeli. İstemeden tembel durmak değil, istenmesi gerekeni bilip çalışkan olmak demek istediğim. Ayrıca hayat sürprizlerle dolu.

"Her muhit kuşatılır, her muhkem bölge düşer
Hakikat karşısında dil susar, belge düşer
Dolunay'ın hilâli, gündüzün gecesi var
Ovaya gölge salan dağa da gölge düşer"

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Umudunu Yitirme


Şehir gündüzün ahenkli görüntüsünü geride bırakmış, insan ve araç uğultularına dalga sesleri eşlik ediyordu bu gecede. Yıldızlar bir başka parıldıyordu sanki. Sahile 200 metre uzaklığındaki evinden henüz çıkmış, iç dünyasının mahzenlerinde saklı bıraktığı hülyaların etkisine kaptırmıştı kendini. İçi içine sığmıyor, kalbi bir kuşun kanat çırpınışlarını andırıyordu. Nasıl olmasın ki! Ömrü boyunca ilk defa bu coşkuyu yaşayacaktı. Müthiş bir duyguydu bu. Sadece Cengiz değil tüm ilçe halkı yarım saat sonra başlayacak olan Türkiye-İtalya Avrupa şampiyonası final maçını izleyecekti. Dolunay bile futbol topu gibiydi Cengiz'in gözünde. Tarihinde ilk defa final oynayacak olan Türkiye A Milli Futbol takımı ülkeyi karanlık çıkmazlara sokmak isteyenlerin gerdiği ortamı yumuşatmış, moral dopingi oluşturmuşlardı. Tüm dualar onlar içindi. Manevi desteği hissettikleri yüzlerindeki ifadelerden belliydi futbolcuların.
Maç bitmiş şehir karnaval havasına girmişti. Avrupa şampiyonuydu Türkiye. Cengiz de kalabalığa bıraktı kendini. Funda'yı gördü. Maç heyecanı ilan-ı aşk planlarını erteletmişti. Acaba maç sırasında bulup onu söyleseydi bu önemli maçtan daha önemli olduğunu hissettirir miydi Funda'ya. Yaşanan coşkuya bıraktı kendini. Gülen eğlenen insanları, dolunayı, yıldızları seyretti. Mutlu olmasını engelleyecek bir ihtimalin içine sokmak istemedi kendini. Planlarını daha uygun bir zamana erteleyerek geceyi mutlu bir şekilde tamamladı. Ümit etmek, umutla beklemek belki daha güzeldi...

23 Mayıs 2008 Cuma

Masal

Bir masal yazılsa içinde ben olsam. Ama kahraman değil belki kahramanın elbiselerini diken terzi olsam... Şatonun bahçesinde çiçekleri budayan bahçıvan olsam... Tek tük gündeme gelen dost olsam... Kahraman olmaya gerek yok arka planda gizli kalsam, pek görünmesem, bilinmesem...
Ama yazarla dost olsam. Beni özenle seçmiş olsa. Başkaları adımı bile hatırlamasa da O'nun tarafından sevilmiş olsam. Maceralara dalmadan, kahramanlıklar yapmadan öylece yalın bir halde sıkıntısız olsam... Herkesin gönlünde değil, O'nun sevgisini kazansam...

22 Mayıs 2008 Perşembe

Zamanlama Hatası

İş kazası tutanağına planlama hatası diye yazmıştım. Bunu yeterli görmeyerek, ayrıntılı anlatmamı istemişsiniz. Şu anda hastanede yatmama neden olaylar aynen aşağıda anlattığım gibi olmuştur:
Bildiğiniz gibi ben bir duvarcı ustasıyım.İnşaatın 6. katındaki işimi bitirdiğim zaman biraz tuğla artmıştı, yaklaşık 250 kg. kadar olduğunu tahmin ettiğim bu tuğlaları aşağıya indirmek gerekiyordu.
Aşağıya indim bir varil buldum, ona sağlam bir ip bağladım, 6. kata çıktım ipi bir çıkrıktan geçirip ucunu aşağıya salladım.
Tekrar aşağıya indim ve ipi çekerek varili 6. kata çıkardım. İpin ucunu sağlam bir yere bağlayıp tekrar yukarı çıktım. Bütün tuğlaları varile doldurdum.
Aşağı indim, bağladığım ipin ucunu çözdüm. İpi çözmemle birlikte birden kendimi havada buldum. Nasıl bulmayayım ben yaklaşık 70 kiloyum. 250 kg lık varil süratle aşağıya düşerken beni de yukarı çekti.
Heyecan ve şaşkınlıktan ipi bırakmayı akıl edemedim. Yolun yarısında tuğla dolu varille çarpıştık. Sağ iki kaburgamın burada kırıldığını sanıyorum. Tam yukarı çıkınca iki parmağım iple beraber çıkrığa sıkıştı. Parmaklarımda bu sırada kırıldı.
Bu esnada yere çarpan varilin dibi çıktı ve tuğlalar etrafa saçıldı. Varil hafifleyince bu sefer ben aşağıya inmeye varil yukarı çıkmaya başladı ve yolun yarısında yine varille çarpıştık. Sol bacağımın kaval kemiği de bu sırada kırıldı.
Can havli ile ipi bırakmayı akıl ettim. Başımı yukarı kaldırdığımda boş varilin süratle üzerime geldiğini gördüm. Kafatasımın da böyle kırılıp çatladığını sanıyorum.
Bayılmışım, gözümü hastanede açtım. Cenabı Hak'tan tüm kullarını böyle görünmez kazalardan korumasını diler, hürmetle ellerinizden öperim.
Duvarcı Ustanız OSMAN
.:.Alıntı alıntı alıntı alıntı

Buradan çıkarılacak sonuç: Planlama ile birlikte zamanlama da önemli. Neyi nasıl yapacağımız kadar ne zaman yapacağımız da mühim bir mevzû. Hayatımızın önemli demlerini de ömrümüzün hangi noktalarında yaşayacağımız ya da yaşayamayacağımız... Geçmiş geride kaldı, artık bundan sonraki maçlara bakacağız. İyi taktik, iyi planlama ve iyi zamanlamalar...
(Aslında böyle komik bir olayı ciddi bir şekilde sonlandırmak yazının akışını bozdu gibi. Olsun yine de bu özeleştirimi de noktaladıktan sonra kamuoyuna sunar gereğini arz/talep/rica ederim...) NT

16 Mayıs 2008 Cuma

Aşk ve Sevgi


"Risk nedir?" diye sorar üniversitede hoca. Talebenin biri de "Risk budur" der ve en yüksek notu alır. Hoca başka bir sınavda aynı soruyu sorar ve aynı öğrenci aynı cevabı verir. Bu sefer en düşük notu alır. Nedenini de şöyle açıklar hoca: "Aynı şartlarda aynı riski ikinci kez göze almak aptallıktır."
Aşık olmak ve sevdiğini sevdiğine söylemek, açıklamak risktir. Sonuçları göze alınabilir. Akademik uzmanımıza göre ikinci kez sevdiğine açılmak pek de akıllıca görünmüyor. Bir psikolog da "Aşk psikolojik bir saplantıdır ve ortalama süresi 2 senedir, karşılıksız ise sönebilir ya da uzayabilir" diyor. Aşk beklenmedik bir anda karşımıza çıkar genellikle. Şarkı ve destanlarda da aşk çoğunlukla zor veya imkansız koşullar içerir. Ayrıca bu duygu yoğunluğu insanı gündelik işlerinden uzaklaştırır, işine veya dersine olan ilgi ve kabiliyetini olumsuz etkiler. Demek ki aşkın belli bir süre içerisinde gerçekleşmesi insanlık için, sosyal hayatta istikrar ve başarı için olumlu bir etki. Diğer taraftan aşk hayatın değişik bir yönü, renkli bir parçası.
Bir insan ömr-ü hayatında bir kere aşık olmuşsa, neticesi ne olursa olsun ömrünün bir noktasına o rengi yerleştirmiştir. Riske girip açılmışsa rengarenk olmuştur. Böyle bir durum "hiç aşk acısı yaşamadım" ifadesinden daha iyidir kanısındayım. Şunu da belirteyim; aşk uğruna bu dünyayı kendine dar edenler bu yazının kapsamı dışında. Zaten o kişilere artık ulaşılamıyor.
"Sevgi" ise aşktan ayrı bambaşka bir olay. Riski yoktur. Acı çektirmez. Biraz çaba ile sonsuza dek sürebilir. Mutlu olma kaynağıdır. Hayatın temelidir. Çeşit çeşittir. Bazen ihtiyaridir, bezen de kendiliğinden gelir. Buradaki nüans hak edene hakkını vermektir. Sevmeyi bilmek, sevebilmek, korkmadan karşılık beklemeden sevmek... Gönül ağacını sevgiyle beslemek umuduyla...

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Kendini bulmak


Aslında bu ben değilim. Karamsar düşüncelere dalan, sıkılan, hayata öylesine devam eden ben değilim. Arkadaşını dinliyormuş gibi görünüp, düşüncelere dalan, hüzünlü şarkılara bu kadar kendini veren, içine kapanan, kabuğundan çıkmaya çalışan ben değilim. "Sen bayağı değişmişsin" dediği zaman arkadaşım, baktığı ben değildim. Aynada kendisine acıyla bakan ben değilim ama aynadaki bana öyle bakıyor olabilir tabi. Hücrelerim değişti, kalbim değişti, hislerim değişti, yaşantım değişti ama ben değişmedim, bu ben değilim. Kaybolmaktan korkarım, kaybolmadım, saklandım. İçerlerde bir yerdeyim. Çıkacağım. Çıkmayı umuyorum. Filmler izleyip yorumlar yapacağım, sıcak soğuk espiriler yapacağım, içimi kıpır kıpır eden müzikleri dinlerken özgürce dans edeceğim, yolda gördüğüm patlak topla artistik hareketler yapacağım, sözlerini bilmediğim şarkılara kendi yorumumu katacağım, sabah sporları yapmaya karar verip bir kaç gün sonra vazgeçeceğim, aynanın karşısında garip yüz hareketleriyle acayip sesler çıkaracağım, araba plakalarından kelimeler türeteceğim, sınırı olmayan hayaller kuracağım... Sinüsoydal hayat yolunda inişe geçeceğim, sonraki yokuşta daha tecrübeli olacağım. Rahatlayacağım, mutlu olacağım.

9 Mayıs 2008 Cuma

Yalın

Yeni bir gün yine bir gün...Sabah her zamanki saatte kalktım. Kahvaltı yaptım zor gelse de. Traş oldum, giyindim. Hayatımızı idame ettirmede bir sebep olan iş hayatından her zaman ki bir işi günü...Otobüs durağına giderken pek bir düşünce yok aklımda, sabah mahmurluğu var hafif. Ofisime geldim öyle sade bir gün... Gündelik konuşmalar, dinlediğim müzikler, deniz manzarası, uçuşan kuşlar, guruba yaklaşan güneş, bekleyen gece hepsi her zaman ki gibi. Sıradan olanın/olmanın aslında mükemmel olduğunun farkına varmak... İfrat ve tefritten uzak öylece yalın, sade olmak...

Yollar ve Karar 2


Bir soru:Adam şehre gideken karşısına iki yol çıkmış ve hangi yolun şehre gittiğini bilmiyormuş. Başında da yolu bilen 2 adam, biri sürekli yalan söylermiş diğeri sürekli doğru. Ama hangisinin doğru söylediği bilinmiyormuş. Tek soruda şehrin doğru yolu nasıl bulunur?
Cevabı şu: Birine "Arkadaşına göre şehrin yolu hangisi?" diye sorulduğunda verilen cevap her durumda şehre gitmeyen yol oluyor ve diğer yol şehrin yolu oluyor.
Gerçek hayatta neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamak bazen daha zor. Doğru yanlış, iyi kötü iç içe çünkü. Cüz-i irade ile yön vermeye çalışırken hayata, Külli irade Rahmetiyle veriyor, sunuyor seç diyor. Güzellikler çıkarıyor karşına neyin çirkin olduğunu anla sana verdiğim akılla diyor. "Dur" diyor bazen gittiğin yol, yol değil. "Hadi" diyor bazen sana iyilik yapma fırsatı ki tüm iyilikler, güzellikler zaten O'ndan. Kalbin bunları görebilmesi için feraset sahibi olması gerekir. Muhtemel seçeneklerden iyiyi, doğruyu, güzeli ayırt edebilmemiz için görmek gerek. Peki görebiliyor muyum? Galiba hayır. Bize görmemiz için gerekenleri lütfeyle Allah'ım. (amin)

5 Mayıs 2008 Pazartesi

Umut Işıkları


Yaşananalar insanın his dunyasına etki yaptıktan sonra onu alacağı veya alamayacağı kararlarla yapayalnız bırakıyor. Önce burukluk varken sonradan yavaş yavaş yeni açılımlara itiyor insanı. Zaman zaman kendimi içinde bulduğun karanlıktan çıkarmak için düşüncelerimdeki karmaşık olayları derleyip bilinmeyeni, olması gerekeni çözerek aydınlığa varmak istiyorum. Ama bunu aciz halimle nasıl yapacağımı bilemiyorum. Hayatımın büyük bölümünde hep iyimser oldum. Olumlu tarafından baktım hep. Bazen bu, beni tahmin edemeyeceğim zorlu yollara soktu. Ama yine de şikayet etmedim kimseden, hiçbir şeyden. Fakat bazen öyle anlar geliyor ki ucu gözükmeyen mağaradan ışığı göremeyeceğini düşünüyor insan. Her ne olursa olsun ümitsiz olmak bize göre değil. Dertli şairin "Yeis öyle bir bataklıktır ki düşersen boğulursun, azmine sımsıkı sarıl bak ne olursun" sözünü hatırlamak bile ruhaletimizdeki kara bulutları biraz olsun dağıtıyor. Peki nedir bu azim? Ne yapmam gerekir? Alacağın kararda ısrarlı olmak ya da sabretmek mi!. Belki her ikisi.
Bir geçiş süreci içinde yazıyorum bunları ve bazı geçişler sancılı oluyor. Herşeyin bir anlamı var hiç bir şey abes değil. Yaşadıklarım belki hatalarımın neticesi belki de müjdeli günlerin habercisi. Her ikisi de bonus kazandırsa da ikincisini umuyorum. İnsan olmanın ağır yükü hissedilince sıkıntı sarsa da sevinç nârâları mırıldanıyor bir yandan. His ve akıl beraber olsa, herşeyin dengede olduğu kainatta dengede kalabilsem keşke!...

2 Mayıs 2008 Cuma

içimden gelen (2)

Hayat inişli çıkışlı. Kâh gülüyor seviniyor, kâh üzülüyor, sıkılıyoruz. Uzun zamandır yaşadığım sıkıntılar ardından "sabrına karşılık al sana ödül" der gibi birden güzel olmaya başladı herşey. Aslında bu iyiliği hakettiğim konusunda da emin değilim zira sabırlı mıyım bilemiyorum. Umarım böyle devam eder. Önce zoru görünce daha bir tatlı geliyor huzur. Herşey zıttıyla bilinir. Hüzün olmasa mutluluğun, kötü olmasa iyinin ne anlamı var! Demek ki öncesinde biraz sıkılıp bunalmam gerekiyormuş. Yaşanan güzelliklerin şükrünü edâ etme çabasında olurum inşaallah. Her şeyin güzel olması dilekleri, dualarıyla... (amin)

30 Nisan 2008 Çarşamba

Yollar ve Karar

Dert ve sıkıntı adına o anı düşünmek sabrı kolaylaştırır der bir büyüğümüz. Bugün yeni bir gün ve kafamızın içindeki sıkıntıların aslında bir güncelliği yok. Ya geride kaldılar ya da gelecek zamana aitler. Aslında sadece kafamızdalar. Sadece şu an, yalnızca bugün nazara verildiğinde ne var ki sorun yapacak. Sağlık yerinde çok şükür, başında seni sıkıştıran ya da üzen biri yok vesaire... İnsanın içinde her daim hazır ve nazır bulunan mutluluk kıvılcımını harekete geçirmene bir engel yok. Çocukluğum geldi birden aklıma. Öyle imrenilecek bir çocukluğum olmasa da çok mutluydum. Evde tv seyrederken, boş boş otururken hatta sevmediğim ödevleri yaparken bile mutluydum. O zamanlarda insan neyi dert eder ki? Sadece bulunduğun ânı yaşıyorsun. Gelecek kaygısı ya da geçmiş üzüntüler yok hiç aklında. Çocuk saflığında ve temizliğinde ne de mutlusun... Demekki çocuk olmasını da bilmek gerek bu anlamda. Tabi herşey gül gülistan olmaz olmamalı. Neyi dert edeceğimiz de iyi bilmek gerek. Sorumluluk, bir misyon yüklenmek bunu dertlenmek... Olması gerekenler ve olanlar arasında çok mesafe varsa bunu da sorun etmek gerekir. Karşımıza çıkan çetrefilli yollarda doğru olanı seçmektir aslında bize düşen. Yollardaki diken, yokuş ve muhtemel tehlikerden şikayet etmek sadece işimizi zorlaştırır. İnşallah doğru olanı seçeriz ve takılmayız gereksiz şeylere. Herşeyin hayırlı olması dileğimle. Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler...

28 Nisan 2008 Pazartesi

içimden gelen (1)

Sabah kalkarken kendi başıma kahvaltı yaparken uyandırmamaya çalışmak, bazen işlerinde yardımcı olmak, dışarda yemek istediği zaman hiç itiraz etmemek, ağladığı zaman üzülmek, ehliyetim yokken onu ehliyet kursuna kaydetmek, kızdığı zamanlar anlayışla karşılamak belki susmak, sürekli kurmaya çalışılan baskı karşısında sabırla beklemek... Değer vermenin bir işareti değil midir bunlar? Peki ilgi... ilgisizim belki ama bunca şeyden sonra idare etmeye çalışmam da bir şey değil mi? Belki çok şey istemiyor ama bana herşeyden çokmuş gibi geliyor daha doğrusu mümkün değil gibi. Belki de bir karar aşaması bu, doğruyu seçmek ama yıllar geçse de doğru olduğuna inanacağın bir doğru... Rabbim bizi şaşırtmasın.

25 Nisan 2008 Cuma

ilk yazım

Evet... blog denen günlüğe ben de katıldım. Bakalım hayırlısı neler olacak acaba burada... Bu ilk yazımda pek birşeye değinmek istemiyorum. Ne yazacağım ki aklıma biş şey gelmiyor. Belki ilerleyen zamanlarda ilham abi yardımcı olur bana. Vatana, millete, kendime ve sanal aleme hayırlı olması dileğimle...